29 Aralık 2018 Cumartesi

1.SINIFTAKİ ÇOCUĞUN HIZLI OKUYABİLMESİ İÇİN



Önceki yazımızda hızlı okumaya etki eden etmenleri ve hızlı okuyabilmek için neler yapabileceğimizi incelemeye çalışmıştık. Çocuğun, okuma- yazmayı öğrenme döneminde uygulanacak bazı stratejilerle, biraz da kendi çabalarıyla onun ileride hızlı okuması mümkündür. Hızlı okumanın altyapısının nasıl oluşturulabileceğini aile ve okulun bu konuda neler yapabileceğini bu yazıda incelemeye çalışacağız.

ÇOCUĞUN HIZLI OKUYABİLMESİ İÇİN AİLELERİN YAPABİLECEKLERİ

Ona kitap okuyun. Aile, bebekliğinden itibaren çocuğa kitap okuyarak onun, duyu organlarının, beyninin çalışmasını sağlayabilir, dinleme becerisi ve anlama gücünün gelişimine katkıda bulunulabilir. Kendilerine kitap okunan ve kitabın resimleri gösterilen çocukların okula ve okuma yazmaya karşı ilgi ve istekleri artar.

Yaşına, yeteneğine uygun etkinlikleri zamanında yaptırın.  Aile, çocuğun yaşına uygun bilgi ve becerileri kazanması için rehberlik yaparak çocuğu okula hazırlar. Okula gelmeden önce yeteri kadar oynamış, defter- kalemle, sayılarla tanışmış çocuk okula hazır olarak gelecek, okuma yazmayı daha kolay öğrenecek ve daha hızlı okuyacaktır.

Çocuğunuz birinci sınıfı bitirip yaz tatiline girdiğinde kesinlikle onunla ilgilenin!
Birinci sınıfı bitirdiği yılın yaz tatilinde aşırı baskı yapmadan, bıktırmadan birlikte yapacağınız okuma-anlatma çalışmaları, çocuğunuzu akranlarından ileriye taşıyacak; okumayı unutmayacak; hatta hızlandırarak ömür boyu sürecek başarısında etkili olacak. Özgüvenini artırıp, okumaya karşı olumlu tutum geliştirecektir.

Okul ile iş birliği yapın. Aile olarak, çocuğa nasıl yardım edeceklerini, okulla iş birliği yaparak belirlemeliler. Aile ve okul birlikte hareket etmezse çocukta zihin karışıklığı oluşabilir. Örneğin: Okulda, sesten hareketle “okuma-yazma” öğretilirken, evde harflerin adlarının öğretilmesi, öğretmeni ve çocuğu zora sokabilir. Benzer şekilde 6 ile 4’ün toplanmasını okulda ve evde farklı yöntemlerle öğrenen çocuğun kafası karışacak, işlemi yapmakta zorlanacaktır.

Okuma- Yazmayı Kimler Öğrenebilir?
Bir arkadaşım, seminer konuşmasında şöyle demişti: “Bir çocuk normal uzaklıktaki okuluna kendi kendine gidip dönebilecek kapasiteye sahipse, bu çocuk okuma-yazmayı öğrenebilir.”

OKULDA HIZLI OKUMANIN ALTYAPISI NASIL OLUŞTURULUR?  
   
Eskiden çözümleme yöntemi ile cümle; sözcük, hece sonuçta seslere (harf) ayrılıp, sesler yeniden birleştirilerek hece, sözcük, cümle oluşturularak okuma-yazma öğretilirdi. Şimdi bireşim yöntemi ile önce sesler (harfler)tanıtılıp bunlar birleştirilerek hece, sözcük ve tümce oluşturularak okuma yazma öğretilmektedir.

Öğretim yöntemi olarak hangi yöntem uygulanırsa uygulansın, çocuğun “tümden görme” özelliğini korumak, onun görme açısını daraltmamak, anlama yeteneğini köreltmemek; sonuç olarak çocuğun ileride hızlı okumasını sağlayabilmek için ilk okuma-yazma öğretiminde bazı stratejilerin göz önüne alınıp uygulanması gerekir.

Not: İlgili stratejileri çocuğunu çalıştıran veliler de uygulamalı.

Heceleri belirginleştirmeme: Sözcük veya tümceler,( kalem)biçiminde her bir hece farlı renklerle yazılarak,  hecelerin altları çizilerek, çizgiyle ayrılarak, ayrı yazılarak, heceler çubukla veya parmakla gösterilerek belirginleştirilip parça parça okutulup yazıldığını düşünelim.

Bu biçimde heceler belirginleştirilerek daha kolay öğretim yapılabilir. Ancak sürekli aynı yöntem uygulanıp sözcük ve tümceler hece hece okutulursa çocuğun göz hareketleri hece boyu ile sınırlanmış, kısa kısa sıçramalara zorlanmış ve bu tür sıçramalar alışkanlık haline getirilmiş olacaktır. Göz ve beynin bütünü değil de parçaları görmeye yönlendirilmesi ve alıştırılması gözün görme açısının daraltılması ile ileride hece hece okumaya, dolayısıyla yavaş okumaya zemin hazırlanmış olur. Çünkü okurken parça görmeye alışan göz ve beyin sözcük ve tümceyi tümüyle göremez. Sadece heceleri görür ve öyle okur. Birey sözcük ve tümceleri tümüyle görüp alışıncaya kadar bir süre hece hece okumak zorunda kalır. Kişi bu alışkanlıktan ömür boyu etkilenebilir. Kısaca hece hece yazılmış yazılar hızlı okumayı engeller.

Tek bir hecenin tanıtılması ve okutulması gereken durumlarda, heceleri belirginleştirmek yerine diğer hecelerin üstü kapatılıp görünen hece okutulup tanıtılabilir. Diğer heceler görünmediği için, göz parçayı görmeye zorlanmamış olur.

Oluşturulan hece, sözcük ve cümleleri bir bütün olarak bir çırpıda okumaya alıştırma: Seslerin birleşiminden oluşan hece, başlangıçta sesler belirginleştirilerek(aaassss)sonuçta bir seferde (as)söyleniyorsa sözcükler de heceleri ayrı ayrı tanıtmanın ardından sözcük tek seferde bir bütün olarak konuşur gibi bir çırpıda okunmalı. Ör. “kalem”  bir seferde okunuyor. Hece hece okunmadan tümü birden gösterilip tümü birden okunuyor. Sözcükler tanıtılıp cümle oluşturulunca yine cümledeki sözcükler tek tek gösterilmeden, cümle; bir bütün olarak, konuşur gibi, bir çırpıda okunup okutulmalı.

Öğrencilerin parça parça okumalarını engellemek için, öğrencilere, “ Ayrı ayrı söyleme, tümünü birden bir seferde oku.” vb. uyarılar yapılabilir

Not: Çocukların gözleri her zaman okunan yazı üzerinde olmalı.

Birleştirmelerde anlamlı yeni hece, sözcük ve tümce oluşturma: Öğrencileri okuduğunu anlamaya alıştırmak için, yeni hece ve sözcük oluştururken, olabildiğince anlamlı hece ve sözcük oluşturmaya gayret edilmeli. Hemen arkasından oluşturulan yeni sözcüğün anlamına öğrencilerin dikkati çekilmeli. Öğrenciler, anlamlı sözcükleri okuyup yazmaktan daha çok zevk alırlar. 

Her zaman anlamlı hece üretmek olanaksızdır. Ara sıra anlamsız heceler de oluşturulabilir. Böyle durumlarda ortaya çıkan hecenin hangi sözcüğün parçası olduğuna öğrencilerin dikkatleri çekilirse o anlamsız hece onlar için anlam kazanır. Anlamsız bazı hecelerin de başka hecelerle birlikte anlam kazandığını fark edebilirler. Ör “ pa”  hecesi paranın bir parçası olduğu “para” kelimesi hece hece söylenerek buldurulabilir.

Yeni metinler oluşturma: Çocukların göz ve beynini hızlı okumaya alıştırmanın bir yolu da basit metinler üzerinde çalışmaktır. Kavratılmış hece ve sözcüklerden yeni metinler oluşturulabilir. Oluşturulacak metinde aynı hece ve sözcükler bolca yer almalı. Metin bir “Türkçe" dersi gibi işlenmeli. Metinde tanıdığı hece ve sözcülerle karşılaşan çocuğun gözü ve beyni metindeki sözcükleri bir bütün olarak görür, öyle okur, anlar; hızlı ve uzun atlayışlar yapar. Hızlı okumanın temeli böylece oluşmaya başlar.

Çocuğun gözünü, okurken geri dönmemeye alıştırmama: Hızlı okumada gözlerin, hızlı uzun adımlarla sürekli ilerisini görmesi esastır. Gözlerin okuduğu yere dönmesi veya daha gerilere kayması okuma hızını azaltan önemli bir etkendir. Çocuğun gözünün geri kayma alışkanlığını edinmemesi için:

Serbest okumada çocuk yanlış okuduysa görmemezlikten gelinmeli. Özellikle az da olsa bazı mükemmeliyetçi öğretmenler, doğru okumayı hızlı okumaya yeğlerler. Çocuk sesli okurken yanlış okuduğunda, “Doğru oku.” diye uyarır ya da doğrusunu kendileri söylerler. Yanlışını düzeltmek için çocuğun gözü geri kayar, yanlış okuduğu yeri yeniden okur.

Çocuk sürekli uyarılırsa çocuğun gözü ve dikkati, yazıda ilerlemekten çok “yanlış okumayayım” diye gerideki sözcükler üzerinde kalır. Tedirginleşir, doğru okumuş olsa bile, geriye bakıp doğru okuduğu sözcükleri yeniden tekrarlar. Göz giderek geri kaymaya alışır, okuma hızı azalır. 

Bu durumu önlemek için çocuğun ufak tefek yanlışları görmezden gelinmeli. Çocuk, kendi yanlış okuyup geri dönüyorsa, “Yanlış okusan bile geri bakmamaya çalış, okuduğunu tekrarlama” biçiminde çocuk kırılmadan uyarılmalı.

Amaç hızlı okumaksa, zor metinler fazla tercih edilmemeli. Kişi okuduğunu anlamayınca veya çok zor okunabilen sözcüklerle karşılaşınca, gözleri geri kayabilir. Bireyin amacı hızlı okumaksa seviyesinin çok fazla üzerinde yazıları okumamalı.

Araştırma amacıyla okunuyorsa, zor yazılar, sözlük, internet  vb.den yararlanılarak yavaş ve dikkatlice okunabilir.

Okuma yazma öğretimi sırasında okunan hece, sözcük ve tümceler defalarca yeniden okunmamalı. Hece, sözcük, tümce oluştururken okunun yazıyı, defalarca yeniden okutmak ve bu işi sürekli yapmak,  bence gözü geri kaymaya yönlendirebilir. Okunan kısım, doğru ve bir bütün olarak okunduğunda yeniden birkaç kez okutmanın bir anlamı yoktur.

Heceleri Hangi Durumlarda Belirginleştirmeliyiz?
Heceleri belirgin (Ör. Heceleri renkli yazılmış veya hecelerin altı çizilmiş) yazılar daha kolay okunur ancak göz daracık bir alanı görmeye yönlendirildiği için hızlı okunamaz. İlk okuma-yazma öğretiminde bazı öğrenciler, yapıları gereği heceleri iyice belirtmeden, o heceleri anlayamazlar; ya da okurken sözcüğün tümünü birden görüp kavrayamazlar. Onların okumaya geçmeleri güçleşir.

“Yavaş okumak hiç okuyamamaktan iyidir.” mantığından hareketle, bu çocuklarla çalışılırken anlayıncaya kadar heceler gösterilip belirginleştirilebilir, tekrarlar yapılabilir. Serbest okuma döneminde fazla yanlış okuyanların dikkatlerini okunan yazıya iyice yoğunlaştırmaları amacıyla, kısa bir süreliğine heceler belirginleştirilebilir.

Çocuk okumayı öğrenir öğrenmez hemen serbest okumaya geçilmemeli. Okumaya başladıktan sonra, becerilerini biraz daha pekiştirmeleri, ustalaşmaları için, hece, sözcük, cümle ve metin oluşturma, okuma yazma çalışmalarına devam edilmeli. Bu ara dönemde harcanacak bir iki hafta, çocukların ilerde hızlı okumalarında etkili olacaktır.

Kısa kısa: Türkçe derslerinde ve onun bir parçası olan ilk okuma ve yazma derslerinde okuma, anlama, anlatma ve yazma çalışmaları birlikte yürütülmeli.

Öğretimde bireysel farklılıklar dikkate alınmalı. Çocuktan yeteneğinin üzerinde bir başarı beklenmemeli.

Çocuk hataya alıştırılmamalı, alışılmış hatayı düzeltmek, yeni davranışı öğretmekten zordur.

SERBEST OKUMAYA GEÇİŞTE İLK METİN OLARAK EN KOLAY VE ANLAŞILIR METNİ SEÇİNİZ

İlk serbest okuma dersinin önemi: İlk serbest okuma dersinde seçilip okutulacak metin, o derste yapılacak etkinlikler, çocuğun okumaya karşı geliştirebileceği tutum bakımından önemlidir. O deste kazanacağı başarı veya başarısızlık çocuğun okumaya karşı bakış açısını etkileyebilecektir. Ör. Bir çocuğun uzun ve anlaşılamayan bir metni, hece hece okumaya zorlandığını varsayalım. Metin hece hece okunduğu için okunması uzun sürecek. Çocuk dikkatinin tamamını okumaya vereceği ve hece hece söylenen sözcüklerin anlamı tam kavranamayacağı için; okuma, çocuğa zevksiz gelecek, uzun süre okumaktan bıkkınlık duyacaktır. İster istemez çocuğun zihninde, okumaya karşı olumsuz bir şema oluşacaktır. Böyle bir olumsuz şemanın oluşmaması için:

İlk okunacak okuma parçasının seçimi: İlk metin, okumaya hızlı başlama açısından oldukça önemlidir. İlk okutulacak metin, çocukların en kolay ve anlayarak okuyabilecekleri kısa bir metin seçilmeli. Paragraflar kısa sözcük ve kısa cümlelerden oluşmalı. Metnin hızlı ve adımlı okunması için metinde aynı hece ve sözcükler bolca tekrarlanmalı. Metin, ilgi çekici, yaş ve dil gelişimlerine uygun, hareketli, bilinmeyen sözcük sayısı az olan bir okuma parçası seçilmeli, onların zevklerine uygun masal vb. olay yazısı olmalı.  Başlangıçta kitaptaki sıraya uymadan kitaptaki en kolay metin seçilmeli. Ör. “İki inatçı Keçi” masalından okumaya başlayan çocuklar gerçekten fark atıyorlar.

İlk Serbest Okumaya Hazırlık: Serbest okumaya geçiş, çocuğun yaşamında önemli bir aşamadır. Bunun coşkusu öğrencilere uygun biçimde yansıtılmalı. Okumaya karşı öğrenciler güdülenmeli.  Metinle ilgili resim üzerinde konuşularak altında ne yazdığı konusunda öğrencilerde merak uyandırılmalı.

Metni, kendisinin (öğretmenin) okuyacağı ve nasıl dinleyecekleri açıklanmalı. Öğretmen metni konuşur gibi okunmalı, öğrenciler dinlemeli.

Öğretmen metni anlatmalı öğrencilere anlattırmalı, oyunlaştırmalı. Öyle ki öğrenciler, okumadan önce, metni yarı yarıya ezber hale gelmiş olmalıdırlar.

Metni nasıl okuyacakları en ince ayrıntılarıyla öğretilmeli. Eğer bu konu öğretilmeden “haydi okuyalım” deyip işe başlanırsa öğrenciler nasıl okuyacaklarını bilmedikleri için sınıfta bir karmaşa oluşur.

Yazıyı okuyan öğrenci, okurken sağa sola bakmamalı. Gözleri okuduğu yazı üzerinde olmalı.

Gözleri satırda sürekli ve hızlı ilerlemeli, okuduğu sözcükleri bir seferde konuşur gibi söylemeye, öğretmen gibi okumaya çalışmalıdırlar.

Okurken başka hiçbir şey düşünmeden okuduklarını düşünmeli, yazılanları zihinlerinde tutup canlandırmalıdırlar.

Yanlış okusalar bile geri dönüp okudukları yazıya bakmamalıdırlar.

Dik oturulup uygun uzaklıktan, uygun ses tonuyla, parmak ve kalemle takip etmeden okumalıdırlar.

Öğrencilere okutma: Metin anlam olarak iyice kavrandıktan sonra, en iyi okuyanlardan başlanarak sırayla öğrencilere okutulmalı. Yavaş okuyanların dikkatleri dağılmaya başladıkları anda, “Kalanı sonra okuruz” deyip bırakılmalı.

Not: Burada anlatılanlar sadece ilk metinle ilgilidir. İlerideki zamanlarda;  anlatım çalışmaları, okumadan sonra yapılabildiği gibi; okuma parçası, çocuk fazla sıkılmadan sonuna kadar da okutulabilir.

Okurken sözcükleri hece hece değil bütün olarak okuyup söylemeye çalışmalıdırlar.

Serbest okumaya yeni başlayan öğrenci hece hece okumak zorunda mıdır? Sözcük veya sözcük kümelerini bir bütün olarak okuyamaz mı? Önceden yeteri kadar sözcük, cümle, metin oluşturma, bunları okuma yazma çalışmaları yapılmış ve bunlar bir bütün olarak kavratılmış bir bütün olarak görmeye yöneltilmişse yani göz ve beyin bütün olarak kavrama ve görme konusunda eğitilmişse, okunacak metin üzerinde yeteri kadar çalışılıp öğrenciler metni yarı ezber durumdaysalar; öğretmeni de örnek alarak; öğrenciler, okurken sözcüklerdeki harfleri gördükten sonra büyük olasılıkla hece hece söylemeden sözcükleri hatta sözcük kümelerini bir bütün olarak söyleyeceklerdir. Hızlı okumanın sırrı budur. 

Hızlı okuma, hece ve sözcüklere tek tek bakıp okumak değildir. Onlara bir bakınca tanınan harf ve sözcüklerden hareketle sözcük kümelerini algılamaktır. Her şeyi tam görmese bile beyin eksikleri tamamlayabiliyor. ( Bir öğrencim altı harfi tanımadığı halde hızlı okuyabiliyordu. Yazmada zorlanıyordu, bilemediği harflerin yerine ya benzer sesleri yazıyordu ya da bilemediği sesleri yazmadan geçiyordu.) Ancak tüm öğrencilerin aynı ölçüde başarılı olacağı söylenemez.

Hızlı okumanın kötü yanı: Özellikle çocuklarda okuma hızı arttıkça yanlış okuma olasılığı da artmaktadır. Doğal olarak her şeyde bir denge oluşturulmalı. Çocuk hızlı okumayı önemseyip aşırı yanlış okuyorsa kabul edilebilecek bir durum değildir. Özel olarak çocukla ilgilenilmeli. Çocuğa, “geriye dönmeden biraz daha yavaş dikkatli ve doğru okuması” önerilebilir.

Dikkat edilecek noktalar: İlk metinde öğrencilerin hatalı okumaları doğaldır. İlk birkaç metinde Çocukların hataları görmemezlikten gelinmeli, çocuklar eleştirilmemeli, hataları nedeniyle onlara kızılmamalı. Basit başarıları görülüp “aferin” vb. pekiştirenlerle ödüllendirilmeli. Onların okumaya karşı cesaretleri artırılmalı.

Kolay birkaç metin üzerinde çocuklar, tümden görmeye, hızlı okumaya alıştıktan sonra giderek daha uzun, zor ve karmaşık metinlere geçilebilir. Önceki metinlerde sözcükleri ve sözcük kümelerini bütün olarak görmeye ve okumaya alışan çocuk, yeni metinleri de aynı şekilde okumak için sorumluluk duyacak, kendini zorlayıp hızlı okumaya çalışacaktır. Daha dikkatli okumaya alışacağından gün geçtikçe hataları azalacaktır.

Bu aşamadan sonra çocuğun hızlı okuma becerisini üst seviyelere taşıması için onun kendisi çaba göstermelidir. Okul ve ailenin çocuklarını serbest okumaya teşvik etmeleri önemlidir.


Teşekkürler. Hoşça kalın.

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 23.02.2023

15 Aralık 2018 Cumartesi

HIZLI OKUMA



“Hızlı Okuma” çocuğumuzun elde etmesini istediğimiz önemli bir beceridir. Bu bölümde hızlı okuma hakkında genel açıklamalara yer verilecek. Bir sonraki yazıda, 1. sınıftaki çocuğun hızlı okuyabilmesi için aile ve okul olarak neler yapılabileceği yani hızlı okumanın temelinin nasıl atılacağı incelenecek. Son bölümde ise “okuma Yetersizliğine Çözümler” başlığı altında yavaş okuyan çocukların okumalarının hızlanabilmesi için neler yapılabileceği irdelenecek. 

Önce hızlı okumanın yararlarına kısaca göz atalım.
 
HIZLI OKUMANIN YARARLARI
 
Yavaş okuyanlar dikkatlerinin önemli bir bölümünü okumaya ayırdıkları için, hızlı okuyanlar, yavaş okuyanlara oranla, okudukları yazıyı daha iyi anlarlar.
 
Hızlı okuyanların, testlerde başarı oranları yavaş okuyanlara göre daha yüksektir.
 
Hızlı okuyanlar, yavaş okuyanlara oranla daha kısa sürede araştırma yapıp bilgi edinebilirler, derslerde ve hayatta daha başarılı olabilirler


NASIL YAZILAR KOLAY OKUNUR?
 
Özellikle çocuklar nesneleri bir bütün olarak görürler. Yeni bir kişi ile karşılaşan çocuk; onun kaşına, gözüne dikkat etmez. Farklı bir kişi olarak görür.
 
Anlamlandırılan ve beyne tanıdık gelen yazılar daha hızlı okunur ve daha kolay anlaşılır. Bu durumu basit bir deneyle incelemeye çalışalım.
 
DENEY

ruloılıraşabahadrelişiknayukoılzıh.
 
Yukarıdaki yazıyı okuyun. Okurken saniye de tutabilirsiniz Okumakta zorlandınız ve yavaş okudunuz değil mi? (Denediğim 3 okuyucu yazıyı ortalama 12 saniyede okudular.) O yazıyı spiker bile hızlı okuyamaz. Çünkü yazı anlamsız. Beyin yazıyı algılayıp ilerleyemiyor. Semboller tanıdık değil, yani beyne klişe olarak yerleşmiş hece ve sözcükler yok. Bu kez yazıyı kümelere ayırarak okuyalım. Bakalım hızımız değişecek mi?
 
Rulo ılıraşab ahad relişik nayuko ılzıh
 
Sanırım okumanız biraz hızlandı. Denediğim 3 okuyucu yazıyı ortalama 4 saniyede okudular. Yazıyı gruplamakla okuyucuların hızları 3 kat arttı.
 
Gruplanmış nesneleri beyin daha kolay algılıyor. Az yukarıdaki siyah yazının sözcükleri aralarında ara bırakılınca yani gruplara ayrılınca daha kolay algılanıyor ve hızlı okunuyor. Okuduğumuz yazılar, gruplanmayıp sözcükler arasında ara bırakılmadan yazılaydı okuma ve anlamada ne kadar zorlanırdık değil mi?
 
Gruplara ayrılmış az yukarıdaki siyah yazıyı bu kez sağdan sola doğru okumaya çalışalım. Yazıdaki sözcükler, anlamlı oldukları halde yazı kalıpları beyne tanıdık gelmediği için okumada yine zorlanılıyor. 3 kişi ortalama 6 saniyede sağdan sola okudular. 

Sağdan sola okumayı bilenler –ör. Arapçayı okuyanlar- bile Türkçe yazıları tersten okumada zorlanıyorlar. Sözcüklerin anlamlı olmaları hızlı okumak için yeterli olmuyor; hızlı okumak için sözcük ve cümle kalıplarının beyne kazılı olması gerekiyor.
 
Yukarıdaki tersten yazılmış yazıyı doğru şekilde yazalım:
 
Hızlı okuyan kişiler daha başarılı olur.

Yukarıdaki yazının düz ve gruplanmış halini oldukça hızlı okudunuz. Çünkü beyin tümcedeki tüm sözcükleri klişe olarak tanıyor ve anlamlı nesneleri (sözcükleri) kolayca algılıyor ve hızlı okuyor.
  
Anlayamadığı yani seviyesinin çok üzerinde yazıları sürekli okuyan kişilerde anlama ve okuma düzeylerinde gerilemeler oluşabilir.
 
OKUMA EYLEMİ NASIL GERÇEKLEŞİR?

Okuyan kişi, yazıya bakınca satır üzerinde belirli bir alandaki sembolleri yani yazıları görür. O alandaki sembollerin oluşturduğu ileti beyne iletilir. Beyin gördüğü iletiyi, seçip alır yani algılar, anlamlandırır, saklar.
 
Beynin başka bir bölümünde de okunan yazıdan alınan mesajlar hayal edilir. Algılamak ve anlamak için kısa bir süre geçer. 

Sonra göz önceki baktığı bölümden daha ileriye atlar. Yeni kısımdaki kodlarda bene iletilir ve beyin tarafından çözülüp algılanır, anlamlandırılır. Okuma işlemi bitinceye kadar bakma, görme, durma, algılama, anlama, belleme, hayal etme ve atlama işlemleri sürer gider.

KİŞİNİN HIZLI OKUYABİLMESİ İÇİN
 
Kişinin hızlı okuyabilmesi için, gözünün atlama aralığının başka deyişle gözünün görüp anlamlandırdığı uzaklığın geniş olması, buradaki yazıları algılamak için harcanan sürenin kısa olması önemlidir. Atlama aralığının geniş olması için o aralıktaki sembollerin beyin tarafından tanıdık semboller olması, sembollerin anlamlı olmaları gerekir. 

Ayrıca kişinin göz, göz kası, beyin yapısı da onun görme alanını etkileyebilir. 

Benzer biçimde sembollerin beyin tarafından tanıdık semboller olmaları ve anlamlı olmaları algılama ve anlama süresini de kısaltır. Anlamlandırılamayan durumlarda göz hızlı ve uzun atlayışlar yapamaz. Beyin okunan yeri anlayıncaya kadar bekler. Hatta göz geri kayabilir. Böylece daha fazla zaman harcanır, kısaca zor yazılarda okuma ve anlama hızı düşer.
 
Okunan sembollerin tanıdık olması, yani sözcük ve cümlelerin kalıp olarak beyinde yer etmiş olması da hızlı okuma bakımından önemlidir. Ör. “anne” sözcüğünü defalarca gören, anlamını kavramış beyin yeniden aynı sözcükle karşılaştığında o sözcüğü okuma ve anlamaya fazla zaman harcamayacaktır.

 Kişi, okuduğu sürece daha çok sözcük ve cümlenin klişesi ve anlamı, beyin tarafından belleneceğinden, “Kişi ne kadar çok okursa okuma hızı da o ölçüde artar.” diyebiliriz.

OKUMA HIZI
 
 “ Söyleme” zaman alacağı için aynı kişinin sesli okuma hızı sessiz okumaya göre yavaştır. Konuşma hızı ortalama 125-175 sözcüktür. 200 sözcüğün üzerinde sesli okumaya kalkışılırsa okunan yazı, giderek mırıldanmaya dönüşür, karşıki kişiler tarafından anlaşılmaz.
 
Sessiz okuma hızı, kişilere göre değişmekle birlikte, Üniversite mezunu bir kişi dakikada 250 sözcük okuyabilmeli. Hedef 400-500 sözcük olmalı. Yetişkinler ortalaması: 150-200 sözcük. Çocuklara baskı yapılabileceği gerekçesiyle alt sınıflarda okunabilecek sözcük sayıları yazılmadı.

Saat tutarak yapılacak okumalarda çocuk, tüm dikkatini okumaya yönlendireceğinden onun anlama düzeylerinde düşüşler yaşanabilir. Bu nedenle okullarda, saat tutarak okuma, fazla salık verilmez.

Yetişkin bir kişi, okuduğunu anlayabiliyorsa belli bir hedef koyup saat tutarak okuyabilir.

“Hızlı oku” diye çocuğa yapılacak aşırı baskı; çocukta güvensizliğe, tedirginliğe hatta okuma hızının düşmesine ve anlayarak okuyamamasına neden olabilir.


HIZLI SESSİZ OKUYABİLMEK İÇİN

Dikkat tam anlamıyla okunan metne verilmeli. Dikkati dağınık kişi başka şeyler düşündüğünden okuduğundan anlam çıkaramaz, ya da anlamları karıştırır. Gözü, uzun atlayışlar yapamaz; geri kaymalar ve daha uzun süreli duraklamalar yapar.
 
Sesli, fısıltılı, dudak kıpırdatarak ya da içinden okunmamalı. Bunların hepsi bir çeşit sesli okumadır. Söyleme zaman alacağı için hızlı okunamaz. Sessiz okumada, yazı üzerinde göz gezdirilerek yazıların anlamı kavranmaya çalışılır.
 
Sözcüklere tek tek bakılmamalı, okunan yazı parmakla, kalemle vb. takip edilmemeli.
Bir bakışta en az 4-5 sözcük kümesi veya satırın yarısından fazlasını görmek için gayret edilmeli. Okunan kısmı parmakla vs. takip etmek, görme açısını daraltır ve okuma verimi düşer.
 
Gözün geri kaymasına izin verilmemeli. Kişi, yanlış okuduğunda veya okuduğunu anlamadığında göz geri döner, okuduğu yeri yeniden okur. Diğer deyişle göz, ileri atlamaz, okuduğu yerlerde kalır. Böylece okuma yavaşlanır. Küçük yanlışların olması, basit anlama eksiklikleri zamanla telafi edilebilecek hususlardır. Eğer amacımız hızlı okumaksa bazı yerleri yanlış okusak da fazla anlamasak da kesinlikle geri dönmemeye gözümüzü ve beynimizi alıştırmalıyız.
 
Seviyemize uygun yazıları okuyalım. Ağır anlatımlı yazılar, anlama gücümüzü ve okuma hızımızı azaltır. Roman, öykü gibi olay yazıları anlayarak ve hızlı okumak için uygun yazılardır. Ancak zamanla fikir yazıları ve bilimsel yazılar gibi, daha ağır yazıları okumayı da ihmal etmeyelim.
 
Hızlı okumak için kişinin kendisi çaba göstermeli. Burada yazılan teknikleri uygulayarak, gözümüzü satır üzerinde anlayabileceğimiz ölçüde hızla hareket ettirmeye, çaba göstermeliyiz. Bazı sözcükler atlansa bile sözün gelişinden yazıdan anlam çıkarılabilir. Yeteri kadar hızlanınca, anlama sorunu zaten halledilecektir.
 
Okumaya zaman ayırmalıyız. Göz ve beynimizi eğitmek için “hızlı okuma” kurslarına katılabiliriz. Okumaya zaman ayırıp tekniğine uygun okuduğumuzda beynimizin kazanmış olduğu alışkanlıkları değiştirmek biraz zor olsa da, giderek okumamızın hızlandığını fark edeceğiz.
 
OKUMANIN YARARLARI

Kitaptan edineceğimiz yeni tecrübe ve birikimlerle, hayattaki başarı şansımız artar. Kitap okuma, kişinin özgüvenin artmasında etkilidir, zihni açar, stresi azaltır, anlama gücümüzü ve konuşma yeteneğimizi kuvvetlendirir.
 
Kitap okumak, zihinsel bölümlerimizin birçoğunu, sağ ve sol lobu birlikte çalıştırır. Kitap okuyarak iyi bir beyin sporu yapmış oluruz. Bu da zihin sağlığını korumanın ve alzheimeri önlemenin yollarından biridir. Ve yazamadığımız diğerleri…
 
OKUMANIN DA BİR SINIRI VAR
 
Kitap, dengeli bir şekilde okunursa yararlıdır, aşırısı zararlıdır. Belli bir süre okunduktan sonra gözler ve beyin yorulmaya ve uyuşmaya başlar. Hareketsizlikten iskelet sistemimiz olumsuz olarak etkilenir. Biz inatla okumaya devam edersek göz, zihin ve iskelet sağlığımız olumsuz yönde etkilenebilir. Kitaba aşırı bağımlı kalınmamalı, yorulunca ara verilmeli. Okurken dik durulmalı ve 30-40 cm uzaklıktan okunmalı.
 
KİTAP SEÇİMİ

Dünya üzerinde milyonlarca kitap vardır. Bu kadar kitabı okumak olanaksızdır. Bazı kitaplardan umduğumuzu bulamayız. Kitapların hepsi de aynı ölçüde verimli değildir.
 
Hızlı okumanın amacı, kısa sürede birikimimizi daha çok artırmaktır. Yanlış seçilen bir kitapla, zamanımızı, emeğimizi boşu boşuna tüketebiliriz.. Öyle ki 500 sayfalık bir kitabı okuyup bitirdikten sonra, ne kadar yararı olduğunu düşündüğümüzde, sonuç olarak, yarım sayfalık yararlı bir yazı kadar verim alamadığımızı, tespit edebiliriz. O halde 499,5 sayfaya boşuna emek ve zaman harcandı. Oysa bazı kitapların her satırı, her cümlesi dopdoludur. Bazı kitapların içeriği zengin olmasa bile onlar, bizleri eğlendirir, hoşça zaman geçirmemizi sağlar.
 
Düşünce ufkumuzu genişletmek amacıyla kitap okuruz. Genişletme bir yana dursun, düşünce ufkumuzu hepten daraltan, bizim duygularımızla oynayan, içimizi karartan bizi hayattan koparan kitaplara ne demeli?
 Kitabın birkaç sayfasına göz attıktan sonra, kitap okuma amacımıza uygunsa o kitabı okuyabiliriz.

Sonraki yazı: 1.SINIFTAKİ ÇOCUĞUN HIZLI OKUYABİLMESİ İÇİN

Hoşça Kalın, Değerli Okumaseverler!..

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 22.02.2023

1 Aralık 2018 Cumartesi

FIKRA VE ÖNEMİ




kendinizin, çocuğunuzun esprili bir kişiliğe sahip olmasını ister misiniz? Gülmece aracı fıkra ile ilgili her şey burada!.. 

İnsan beynine, kendisi ve çevresi tarafından hangi programlar yüklenirse, kişinin beyni nasıl kodlanırsa o bireyin beyni ona göre çalışır; bireyin duyguları ve bilinci ona göre şekillenir.
 
Beynimizi, olumsuz duygu ve düşüncelerle şekillendirirsek karamsarlıktan kurtulamayız. Bu da bizi yıpratmaya yeterlidir.

Yaşamaktan zevk alabilmemiz için, bir yandan hayatımızı daha iyileştirme, güzelleştirme çabamızı sürdürürken diğer yandan hayatın olumsuzluklarını bir yana itip hayata biraz da olumlu pencereden bakmak zorundayız. Bu bakımdan dikkatimizi hayatımızın olumlu yönlerine yoğunlaştırıp bizleri olumlu duygulara taşıyan araçlardan yeteri kadar yararlanmalıyız.
 
Önceki yazım, “Gülmenin Analizi"inde gülmenin yararları ve önemi vurgulanmıştı.
 
İnsan yaşantısında önemli bir yer tutan ve birçok yararları olan gülme olayının gerçekleşmesi için bazı aracıların devreye girip beyni uyarması gerekir. Gülmemize neden olan gülme ihtiyacımızı karşılayan araçlardan birisi de fıkralardır.
 
Fıkranın Tanımı

Fıkranın bilinen iki anlamı vardır: Birincisi gazetelerdeki bildiğimiz köşe yazılarıdır. Bunu konumuzun dışında tutuyoruz. Biz gülmece fıkralarını ele alıyoruz.
 
TDK mizahi fıkranın tanımını şöyle yapıyor: Fıkra kısa, özlü anlatımı olan nükteli, güldürücü hikâyecik.

Fıkraların Kültürlerdeki Yeri
 
Fıkralar, eskiden beri tüm insanların, tüm ulus ve kültürlerin yaşamlarında bir şekilde yer almışlardır. Her devrin, her ulusun kendine göre bir mizah türü ve mizah anlayışı vardır. Fıkralar o kültürlerin kimliğini önemli ölçüde yansıtırlar. Örneğin: İskoçların cimriliği, Fransızların abartmacılığı, Yahudi ve Hintlilerin alım- satımdaki üstünlükleri onların fıkralarında belirgin biçimde yansıtılır.

Fıkralar, Dünya’nın her yerinde anlatılır, Dünya’nın her tarafında bir espri aracı olarak kullanılıyor. Her yerin fıkraları kendilerine özgü ve güldükleri nükteler birbirinden farklı olabiliyor. Kişilerin güldükleri durumlar da birbirinden farklı. Birinin gülmekten katıldığı bir espri veya olaya diğeri duyarsız kalabiliyor. Ör. Bir kişinin kayarak yere düşmesi, bazılarını güldürürken bir diğerini üzebiliyor; kimileri de olayı umursamıyor.
 
Aynı kişinin güldüğü durumlar da kişinin yaşına ve ve o andaki ruhsal durumuna göre değişebiliyor.
 
Fıkraya Başlama Yaşı

Çocuklar küçük yaşlarda her şeyi doğrudan anlarlar. Onlar, espri, mecaz gibi dolaylı anlatımlardan pek fazla anlamazlar. Küçük çocuklar olaylı öykü ve masalları sever ve anlarlar. Fıkra anlatma ve anlattırmaya çocuk ilkokula başladıktan sonra başlanabilir. On yaşından sonra gülmece yazılarından hoşlanmaya başlarlar. 

“Ergenlik dönemi onların tam fıkra çağıdır.” denilebilir. Çünkü bu dönemde onların dikkat çekmeye, gülmeye, güldürmeye; dikkatleri kendi üzerinde toplayıp toplumda yer edinmeye gereksinimleri vardır. Bu dönemde ergen, fıkra dinleyip anlatmaktan, espri yapmaktan, başkalarıyla dalga geçmekten oldukça hoşlanır.

Fıkranın Yararları 

Fıkra bir güldürü aracı olduğu için gülmenin yararlarında söz konusu olan yararlar fıkralar içinde geçerlidir. Bunların dışında fıkra anlatma ve dinlemenin yararlarını dile getirecek olursak:
 
Fıkra aracılığı ile insanların gülme gereksinimleri karşılanır.
 
Fıkra anlatan, esprili kişiler toplumca daha çok sevilip benimsenirler.
Güldürü filmleri ve güldürü tiyatroları daha çok izlendiği gibi, oyuncuları gönlümüzde taht kurmuş, unutulmazlar arasına girmişlerdir. Eski siyasilerimizin siyasi konuşmalarını fazla hatırlamayız ancak onların nükteleri, belleğimizdeki yerlerini almıştır.
 
Fıkra anlatma ve dinleme, kişinin dil gelişimine, anlatma, dinleme, anlama, algılama, belleme yeteneklerinin gelişimine, kısacası bireyin zekâsının gelişimine katkı sağlar.
Esprili kişilerin, fıkra anlatanların ve anlatılan fıkraya gülen kişilerin zeki oldukları söylenebilir. Zira esprinin içindeki muammayı anlamak, onu çözüp gülmek, öyle kolay bir iş değildir.
 
En etkili bomba espri ile patlatılandır. Savaşlardan elde edilemeyen sonuçlar fıkralarla elde edilebiliyor. Siyasi liderlerin ve toplumun bazı kesimlerindeki rakip kişilerin fıkralarla karşısındakini vurup küçük düşürmelerine çoğumuz tanık olmuşuzdur. Bu fıkra savaşı tarihteki liderler arasında da süregelmiştir. Ör. Akkoyunlu Uzun Hasan’ın Fatih’e gönderdiği elçisi ile: Şu verilsin bu yapılsın yoksa tepelemeye gelecek demesi üzerine, Fatih: “ Ben esasen baharda Hasan’ın tahtını başında paralamaya oraya gidecektim, buralara kadar zahmet etmesin” demiştir.(3000 Fıkra)
 
Fıkra ile uğraşanların, giderek espri yetenekleri gelişerek, zamanla esprili, neşeli bir kişilik kazanırlar. Evde ve okulda çocuklarımızı fıkra anlatmaya teşvik ederek onların espri yeteneklerinin gelişimine, neşeli bir kişilik kazanmalarına ve konuşmaya karşı yatkınlık kazanmalarına yardım etmiş oluruz.
 
Çocuğunuzun esprili bir kişilik kazanmasını istiyorsanız, onun esprilerine kulak verin, gülün ki sizden aldığı olumlu geri dönütle, o konuda kendine güveni artsın; ilgi çekebildiğini anlayarak öyle olmaya çalışsın.
 
Evde anlatılan fıkralar aileye moral aşılar. Evde anlatılan bir fıkra ile evin havası değişir; çatık kaşlar, asık yüzler yerini neşeli bir ortama bırakır.
 
Sınıf ortamında, uygun zamanda anlatılan bir fıkra ile sınıfta daha canlı bir ortam oluşur, uyuklayanların dikkatleri çekilir. Benzer biçimde konferans verirken ev söyleşilerinde konu ile ilgili anlatılan bir fıkra ile konu toparlanır, özetlenir dinleyenlerin dikkatleri çekilebilir.

Not: Fıkra anlatma sınıfta uğultuya neden olabileceğinden bu etkinliğe dersin bitimine yakın yer verilmeli.
 
Fıkralar hedef kişiyi topluma tanıtma bakımından etkilidirler.

Kişiler; fıkra anlatarak, dinleyerek, izleyerek, okuyarak eğlenebilirler.
 
Fıkralarda önemli mesajlar yer aldığından, fıkralardan önemli hayat dersleri çıkarılabilir. Kişinin yaşamını etkileyebilecek kısa, özlü bilgilere, gülmece ortamında fıkralardan ulaşılabilir.
 
Fıkra Anlatmaya Hazırlık

Fıkra anlatmaya başlamadan önce, iyi bir fıkra dinleyicisi ve izleyicisi olun. Farklı zamanlarda fıkralar okuyarak dağarcığınızı zenginleştirin. Çok fıkra bilmeden ziyade; az, ancak fıkrayı, çok iyi bilmek önemlidir. Aynı anda birçok fıkrayı bellemek zordur ve fıkraları birbirine karıştırma riski vardır.

Anlatacağınız fıkraları önceden tasarlamanız kendi kendinize bir denemesini yapmanız da gerekebilir.
 
Fıkra Anlatma

Beklenen etkiyi alamayacağı düşüncesiyle pek çok kimse Fıkra anlatmaya karşı çekimser davranır. Fıkra anlatmak için önemli bir beceri ve ustalık gerekir. Tüm ustalar acemilik ve çıraklık aşamalarından geçerek bu basamağa yükselmişlerdir. Size, hangi aşamada olursanız olun fıkra anlatmanızı öneririm. Usta olmanız için acemiliği ve çıraklığı kesinlikle yaşamalısınız. Bu herkesin normal karşılayabileceği bir durumdur. Bir işe ne kadar zaman ayırırsanız o ölçüde ustalaşacaksınız. Zorluklarla karşılaşsanız bile yılmamanız önemli.
 
Etkili bir şekilde fıkra anlatmak için:
Ön hazırlığınızı tamamladıktan sonra anlatacağınız olayın, konuşma ya da hareketlerin, taklidini yapıp içten ve doğal olarak, olayı yaşıyormuş gibi anlatırsanız daha iyi dikkat çekersiniz. Bu arada fıkrayı gereksiz yere uzatmamaya, nüktesini yerli yerinde söylemeye dikkat etmelisiniz.
 
Eğer unutkansanız; üzgünüm, fıkra anlatmak sizin işiniz değil.
 
Fıkralar, konuşma sırasında, uygun yer ve zamanda anlatılırsa daha etkili olur. Fıkra anlatırken, fıkrayı dinleyecek kişilerin özellikleri dikkate alınmalı, kimseleri incitmemeye özen gösterilmeli. Aynı fıkralar aynı kişilere sürekli anlatılmamalı.
 
Fıkranızı anlattıktan sonra kimse gülmezse umursamayın. Çünkü herkesin güldükleri olay ve nükteler birbirinden farklıdır.
 
Başkaları fıkra anlattığında, etkilenmeseniz bile kesinlikle gülün veya gülümseyin. Yine bildiğiniz bir fıkra anlatıldığında hiç duymamış gibi dinleyin ve gülümseyin. Bunlar bir görgü kuralıdır. Gülümsemekle bir kaybınız olmaz, karşıdaki kişiyi konuşmaya karşı yüreklendirmiş olursunuz; aranızdaki içtenliği, muhabbeti artırırsınız.
 
Fıkranın Son Sınırı

Fıkra aracılığı ile belirgin kişileri küçük düşürmek, alay etmek, kişi ve toplumların değerlerine saldırmak vb. durumlar fıkra söylemenin amacını aşar. Çünkü fıkra söylemenin amacı, Söyleyenin kendi eğlenirken, karşısındakilerini de güldürüp eğlendirmektir; kırmak değildir.
 
Son Söz

Fıkra ve sonucunda oluşan gülme, stresin en iyi ilacıdır. Toplumsal yaşamımızı renklendirip neşe katmak için aile okul ve diğer toplumsal yaşamımızda fıkra olgusuna yer ayırmalıyız. Çocuklarımızı öğrencilerimizi fıkra anlatmaya özendirip uygun zamanlarda fıkralarını anlattırmalıyız. Kendimizin ve çocuklarımızın belirli bir fıkra dağarcığına sahip olması için çaba göstermeliyiz.

Bir sonraki yazı: HIZLI OKUMA

Hoşça Kalın, Değerli Okumaseverler!

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 21/02/2023

20 Ekim 2018 Cumartesi

“GÜLME” nin ANALİZİ


Gülmenin, neşeli olmanın yararları; gülme ile ilgili birçok önemli tespitler bu yazıda...


Kaybolan gün, hiç gülmeden geçen gündür.(S.Chomfor)
 
Kültürümüzde de çok aşırıya kaçmamak koşuluyla gülmeye ve gülümsemeye önem verilir.
Güler yüz, sevginin anahtarıdır. (Hz. Ali)
Eğer öleceksen yüzünde bir gülümsemeyle öl. (Batman)
Neşeli ol ki genç kalasın; bu dünyadan da zevk alasın. (Çocuk Şarkısı)

GÜLMENİN TANIMI  
“Gülmek, insan, hoşuna ya da tuhafına giden olgular karşısında, kâh kah diye sesler çıkararak duygusunu açığa vurmak.”(TDK) şeklinde tanımlanmış. Gülmek, neşenin en zirvedeki halidir diyebiliriz.
 
Gülmenin, dolayısıyla neşeli olmanın kişilere çok önemli yararları vardır. Gülmenin fiziki yararlarını kısaca belirttikten sonra ruhsal yönünü incelemeye çalışalım.
 
GÜLMENİN YARARLARI

Biyolojik Yönden

 Nefesi açar. Kan dolaşımını hızlandırır. Yüksek tansiyonu düşürür. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Yüz, mide, diyafram kaslarını güçlendirir. Günde 15 dakika gülmek, o kişinin ömrünü 2 yıl uzatıyormuş. Ve sayamadığımız birçok yararlar…
 
Ruhsal ve Toplumsal Yönden

Gülme ve gülümseme insanı güzelleştiriyor.  
“ Gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim.”(Aldous Huxley) Gülen ve neşeli kişilerin yüzlerinin daha az kırıştığını ve yaşlarından daha genç göründüklerini söyleyebiliriz. Birbirini sevip de ayrılan kişilerin en çok hatırladıkları ve özledikleri sevgililerinin gülümseyen yüzleridir.
 
Güler yüzlü kişilerin arkadaşları daha fazla olur. 
Gülen kişiler çevrelerine pozitif enerji yaydıklarından onlara ilgi daha fazladır. Onlar, yansıttıkları pozitif enerji ile karşılarındaki gergin insanı bile yumuşatıp rahatlatabilirler. Gülümsediğinizde karşı kişinin hüzünleri dağılabilir; kendilerini daha iyi hissedebilirler. Gülmek bulaşıcıdır, siz güldükçe yanınızdakilerini de güldürebilirsiniz. Yakınlarına sürekli dertlerini anlatan, ağlamaklı insanlardan ise çevresindekiler, uzaklaşmak eğilimindedirler.

Gülme hastalıklara ve acılara karşı dayanıklılığı artırıyor: 
Neşeli ve gülen kişinin beyni, hastalığa değil onu neşelendiren uyarana odaklanıyor, kişi hastalığını ve acısını fazla hissetmiyor. Hasta birey, stresteyse, kendini daha çok dinliyor ve hastalığını abartıyor;  birey neşeliyse var olan hastalığını bile umursamıyor. Ayrıca gülme ve sevinmeyle birlikte vücutta faydalı hormonlar (ör.endorfin) salgılanıyor, bunların etkisiyle fiziksel olarak da ağrının etkisi azalıyor, bireyin acıya karşı dayanıklılığı artıyor.
 
Gülmek stresi azaltıyor.
Stres hastalıkları tetiklerken, neşeli, gülen kişilerde hastalıklar hafifleyebiliyor. Kişideki olumlu hava ve bu ortamda oluşan olumlu hormonlar hastalıklara ilaç etkisi oluşturuyorlar. Gülme ferdi rahatlatıp gevşetiyor, bağışıklık sistemini güçlendirerek onu hastalıklara karşı daha dayanıklı hale getiriyor.
 
Çocuklar ve bebekler kendilerine gülenleri ve kendileriyle ilgilenenleri severler. 
 Bakmayı bilen bir bebeğe, güler yüzle veya asık yüzle bakarsanız farklı tepkilerle karşılaşırsınız. Gülerek ve onunla ilgilenerek bebeğinizin kalbini fethedebilirsiniz. İçinizdeki olumsuz duyguları çocuklara yansıtmayın, onlara tebessüm edin.

 
GÜLÜNCE ÇOCUK ŞIMARIR MI? 

Eskiden çocuğun şımaracağı gerekçesiyle bazı ailelerde babalar, çocuğu sevmez ve ona gülmezlerdi. Böyle ortamda sürekli çatık, somurtkan yüze ve sevilmemeye alışan çocuk zamanla umursamaz, duygusuz bir karakter oluşturabiliyor. Sevilmemeyi fazla önemsemiyor. İlgi çekmek amacıyla şımarık davranışlar sergileyebiliyor.
 
Oysa güler yüzlü ve sevecen bir ortamda yetişen çocuk, karşısındaki kişilerin gerginliğinden rahatsız olur; onun için onları üzecek davranışları yapmamaya çaba gösterir.
 
ŞEN ŞAKRAK BİR ÇOCUK YETİŞTİREBİLİR MİYİZ?

Çocuk genlerinden gelen özellikler ve çevrenin katkılarıyla bir kişilik oluşturmaktadır. Genlerine göre her çocuğun aynı oranda neşeli bir mizaca sahip olacağı söylenemez. Ancak bizler bir şeyler ekleyerek onun neşeli bir karaktere sahip olmasını sağlayabiliriz.
 
Ta doğumundan itibaren bebeğimize sürekli gülersek, onunla ilgilenirsek, o da benzer biçimde bize tepki verir, gülmeye gülümsemeye başlar. Bu davranışlar tekrarlandıkça, gülümsemeye alışan ve güldüğü, gülümsediği zaman daha çok sevildiğini anlayan çocuk, başkalarına da gülümser ve onları da gülümsetir ve kendini sevdirir. Böylece neşeli bir tutum geliştirmeye başlar. Çocuk diğer zamanlarda da benzer dönütler alırsa, şen şakrak kişilerle, filmlerle karşı karşıya gelirse neşeli olmayı, şen şakrak olmayı bir davranış biçimi olarak benimseyip kişiliğine katar.


GÜLMENİN DE BİR SINIRI VARDIR

Normal gülme, tansiyonu düşürürken, aşırı kahkaha kan basıncını etkileyerek geçici bilinç kaybına yani bayılmalara neden olabiliyor. Normal gülme kalp krizi riskini azaltırken aşırı kahkaha bazen kalp ritminde bozulmalara ve krize neden olabiliyor. Normal gülme insanı gevşetip rahatlatırken, aşırı kahkaha baş ağrısı oluşturabilir. Normal gülme nefesi açarken aşırı kahkaha sonucunda nefessiz kalınabilir. Aşırı kahkahanın bir yan etkisi de: idrar tutamama (internetten özet)
 
GÜLMEYİ SEVMEYENLER
 
Eskiden bazı kişilerce gülme, ayıp bir davranış olarak algılanırdı. Bugün çoğunluk gülmeyi önemserken halen gülmeyi sevmeyen insanlarımız vardır. Kimileri gülmeyi bir “ sırıtma” olayı olarak görürler; kimileri de gülen kişilerin kendi olumsuzluklarına güldüklerini varsayarak gülmeyi sevmezler, hatta böyle ortamlardan sıkılırlar. Biz onları doğal karşılıyoruz; olabildiğince onların yanında gülmüyoruz.
 
LANET OLSUN O GÜLMELERE!

Siz karşınızdakini alay edip aşağılayarak, hele birde başkalarının yanın da onu küçük düşürerek gülüyorsanız; siz gülerken o incinip yaralanıyorsa ve siz bundan zevk alıyorsanız; lanet olsun o gülmelere!
 
SONUÇ: Hayatımızın en güzel anları güldüğümüz anlardır. Yaşamın tüm olumsuzluklarına rağmen onları görmezden gelerek gülebilirsiniz. Olumsuzluklara inat siz gülün. Yeter ki siz gülün, bakın o zaman işleriniz bile, biraz daha yoluna girecek. Çünkü başarı stresle değil, üstün moralle kazanılır.

Sonraki yazıda bir güldürü aracı olarak FIKRA ve ÖNEMİ ele alınıyor
 
Teşekkürler! Kalın sağlıkla, esenlikle...

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 21/02/2023


13 Ekim 2018 Cumartesi

EVDE VE OKULDA TEK YÖNTEMLE EN İYİ TERBİYE: ÖDÜL- GÖRMEZDEN GELME YÖNTEMİ

Çocuk eğitiminde oldukça etkili bir yöntem! Evde çocuğunuz, daha uslu ve uyumlu. Sınıfta öğrenciler, daha sessiz ve işbirlikçi...

Çocuğumuzu eğitmek; yani istediğimiz davranışları kazandırabilmemiz için birçok yöntem uygulanabilir. Çocuğumuzun eğitimi için öngörülen bu tekniklerin her birinin çocuğumuza olan etkileri farklı olabilecektir. Yöntemlerin bazıları çocuğumuzun gelişimine olumlu katkılar sağlarken; bazıları da, belki çocuğumuzda oluşabilecek bazı ruhsal sorunların nedeni olabilecektir. Bundan ötürü çocuğumuzu eğitebilmemiz için ona uygun eğitsel yöntemleri bulup; yerinde, zamanında, kararında uygulamamız büyük önem taşımaktadır

Şimdi sizlere günümüz koşullarında çocuğumuzu kırmadan, şiddet uygulamadan terbiye edebileceğimiz; çocuk eğitiminde etkili bir yöntemden söz etmek istiyorum.
 
ÖRNEK OLAY

Öğretmen okulunda okurken, kimi öğrenci arkadaşlarımız, öğretmenlerimizden bazılarını bilinçli olarak kızdırmak için uğraşırlardı. Öğretmenlerimizin büyük bölümü de olaya kızarak tepki verirlerdi. Yani farkında olmadan öğrencilerin tuzağına düşerlerdi. Onlar, tüm uğraşılarına karşın psikoloji öğretmenimizi hiçbir zaman kızdıramadılar.
 
Psikoloji öğretmenimiz, durumu bertaraf etmek için, nasıl bir yol izlediğini ayrımsadık. O, öğrencilerin kendisini kızdırmak için yaptığı davranışları görmemezlikten geliyor; hiçbir şey olmamış gibi dersini sürdürüyordu.
 
Sonuçta öğrenci arkadaşlarım, umdukları sonucu bulamayınca davranışlarını sürdüremediler; bu çirkin, yakışıksız eylemi unutup gittiler.
 
Sonraki yaşantımda öğretmenimizin uyguladığı bu yöntemin bilimsel olduğunu (Davranışçı Psikoloji),ders kitaplarında yer aldığını ve çeşitli alanlarda uygulandığını öğrendim. Söz konusu metodu, kendim de öğrencilerimin ve kendi çocuklarımın eğitiminde sınadım; yararlı sonuçlarını gördüm.
 
Şimdi “çocuklarımızı istediğimiz şekilde terbiye edebilme” yöntemini inceleyelim.
 
Davranışçı Psikoloji kuramcılarının yaptıkları deney sonuçlarına göre: Tüm canlılar, yaptıkları eylemleri sonucunda istekleri karşılandığında ya da eylem sonunda haz aldıklarında; o eylemleri yapmayı sürdürürler. Olumlu sonuç almaz veya eylem sonunda zarar görürlerse o eylemi yapmaktan vazgeçerler.

Benzer biçimde insanlar da başkaları tarafından onanan, beğenilen davranışları yapmayı sürdürürler; toplumca onanmayan davranışları genellikle benimsemezler.
 
Okul öncesinde çocuğumuz, deneyerek öğrenme, keşfetme çağında... Hangi davranışlarının olumlu sonlanacağını bilmiyor. Hatta bazı eylemlerinde kendini tehlikeye bile attığı oluyor.
 
Bu bilgiler ışığında çocuğumuzu, istediğimiz şekilde terbiye etmek için şöyle bir uygulamayı gerçekleştiriyoruz:
 
İŞTE O “ÖDÜL-GÖRMEZDEN GELME” YÖNTEMİ

Çocuğumuzun yanlış yapmaması, bocalamaması, kendisine ve çevresine zarar vermemesi için; çocuğumuza, öncelikle uyması gereken birkaç kuralı ve bu kuralların yararlarını öğretiyoruz. Bu kuralları arada bir kendisine hatırlatıyoruz.
 
Sonrasında onun davranışları ile ilgileniyoruz. Ona öğrettiğimiz veya kendi içinden gelerek yaptığı;  beğendiğimiz, olumlu davranışlarını görürsek, o davranışı ödüllendiriyoruz.
 
Burada söz konusu olan ödül; sadece maddi ödül değildir. Onun davranışlarına dikkatimizi yöneltmemiz, davranışını bir şekilde onaylamamız; “aferin, iyi yaptın” gibi olumlu bir söz söylememiz, yaptığı güzel davranıştan dolayı ona sarılmamız saçını okşamamız; yani tüm olumlu geri bildirimler onun için büyük ödüldür. Çocuğumuz yaptığı o davranışla dikkat çekebildiğini, beğenildiğini anlayacak; davranışını ileride de yapmayı sürdürecektir. Kabul gören, beğenilen o davranışı sürdürerek, giderek alışkanlık; zamanla da kişilik özelliği haline getirecektir.

Çocuğumuz o istenilen davranışı içselleştirdikçe yavaş yavaş ödüllendirmeyi bırakıyoruz.
 
Peki ya çocuğumuz olumsuz davranış sergilerse: Çocuğumuzun beğenmediğimiz olumsuz davranışı yapması durumunda; yaptığı davranışı, hatta kendisini görmemezlikten geliyoruz. Çocuk dikkatimizi çekmek, sinirlendirmek vb. amaçlarla davranışını bir süre yineliyor. Ancak yaptığı olumsuz davranış sonucunda bizden veya çevresinden hiçbir tepki alamadığı için amacına ulaşamıyor; hoşumuza gitmeyen davranışını giderek azaltıyor ve artık o davranışı yapmıyor.

Böylece çocuğumuzun kötü davranışları dikkate alınmayıp, sadece iyi davranışları dikkate alındığında; çocuğumuz, kendini gösterebilmek ve kendini kanıtlamak için iyi davranışları yapmaya odaklanıyor. Ailesi ve başkaları tarafından kabul gören davranışlarını sürdürüyor. Çevresince onanmayan, kötü davranışlarıysa sönüyor. Yani “Ödül-Görmezden Gelme” yöntemiyle çocuğumuza istediğimiz şekli verebiliyoruz.
 
Çocuğumuzun dikkatimizi çekmek için yaptığı yaramazlıkları kesinlikle dikkate almıyoruz. Ara sıra yaramazlık yapmasına izin veriyoruz. Yaramazlık onun doğasında vardır ve çocukluğunu yaşaması için gereklidir de... 

Biz, çocuğumuzun uslu ve büyükler gibi olmasını isteriz; ancak psikologlar iki üç yaşındaki çocukların uslu olmalarını normal karşılamıyorlar. O söylenenleri öğrenmekten çok, sizi örnek alarak ve “deneme- yanılma yöntemiyle tecrübeler edinip birikim kazanacaktır. Ör. Onun küçük düşmelerine izin vermezsek düşmenin ne olduğunu bilmeyen çocuk kendini balkondan aşağı korkusuzca bırakabilir. Ne demiş atalarımız? “Bir musibet bin nasihatten iyidir.”

YÖNTEMİN BEBEK VE KÜÇÜK ÇOCUKLARDA UYGULANMASI

Bebek ve küçük çocuklar, yeterli deneyim ve bilgiye sahip olamadıkları için, onların olumlu ya da olumsuz davranışları aşırıya kaçmadan görülüp uygun tepki verilmeli.

Yukarıda açıklandığı gibi, bebek ve çocukların olumlu davranışlarına olumlu tepki gösterildiğinde çocuk cesaretleniyor, o davranışı pekiştiriyor, daha çok yapıyor.

Çocuğun olumsuz davranışlarına olumsuz tepki gösterildiğinde, çocuk o davranışı elemede zorlanmıyor.

Çocuğumuzun kasıtlı yapmadığı, bilmeyerek yaptığı ve yapabileceği hataların, uyması gereken kurala uymamasının, görmezden gelinmesi doğru değildir. Çocuğun deneyimi yetersizdir. Ne yapacağını ve neyin doğru ya da yanlış olduğunu bilemez. Böyle durumlarda çocuğun karşılaştığı ve karşılaşabileceği hatalar görülmeli; yanlış, hatalı davranışlarını sürdürmesine göz yumulmamalı; kendisine ve çevresine zarar verebilecek davranışları önlenmeli. Ona gerekli öğütler verilerek, doğrular yanlışlar öğretilip düzeltilmeli.

Annenin çocuğuyla ilgilenmesi, davranışlarına tepki vermesi, çocuğun toplumsal, ruhsal ve zihinsel gelişimine olumlu olarak yansıyacaktır.
 
ÖDÜL –GÖRMEZDEN GELME YÖNTEMİNİN SINIRLILIKLARI

Eskiden; zararlı, istenmedik davranışları yapan bireylere ceza verilirdi. Bugün ödül yönteminin cezadan daha etkili olduğu saptanmıştır. Artık hayvan eğitiminde bile “ödüllendirme” sistemine başvuruluyor.

YÖNTEM KİMLERE UYGULANABİLİR?
 
Ödüllendirme yöntemi çeşitli alanlarda uygulanmaktadır. Terapistler tarafından tedavi amacıyla kullanıldığı gibi, özellikle eğitim alanında ve gündelik yaşamda uygulanmasından olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Ör. Sokakta bize gereksiz yere sataşan tanımadığımız bir kişiyi görmezden gelerek daha büyük bir riskten kendimizi kurtarabiliriz.
 
YÖNTEMİN SINIF ORTAMINDA UYGULANMASI
 
Yöntem sınıf ortamında uygulanırsa, sınıf yönetiminde başarı artar. Sınıfta kurallar hatırlatıldıktan sonra öğrencilerin olumlu davranışları ödüllendirilip (ruhsal ödül daha önemli) olumsuz davranışları yani yaramazlıkları görmezden gelindiğinde, sınıfın sessiz ve işbirlikçi olduğu saptanmıştır.
 
YÖNTEM HANGİ YAŞTAKİ KİŞİLERE UYGULANABİLİR?
 
Yöntem, insanın hatta hayvanların bile doğasına uygundur. Çocuğumuzla anlamlı iletişim kurmaya başladığımız iki- üç yaşlarından başlayarak çocuğumuzun her çağında yöntemden yararlanılabilinir.

 Çocuğumuz yaşlandıkça, tekrarlanıp öğrenilen davranışlar alışkanlık haline geleceğinden; o davranışları, etkileyip değiştirmek giderek zorlaşacaktır. Bu nedenle yöntemin yaşla ters orantılı olarak etkisinin azalacağını söyleyebiliriz.
 
YARARLARI: Yöntemde; ceza, korku vb. gibi olumsuz etkenler uygulanmayacağı için çocukların ruhu olumsuz yönden etkilenmeyecektir.

Uyguladığımız metotla, onun daha uyumlu, kendine ve başkalarına güvenen, atılgan bir kişilik kazanmasına katkı sağlanıyor. Çocuğumuz hatalı ve doğru davranışları ayırt edebiliyor. Bize inanıyor ve bizi seviyor.
 
Çocuk eğitimine yeni başlayacak kişiler, bu yöntemi uyguladıklarında daha az sorunlarla karşılaşacaklardır.
 
OLUMSUZLUKLARI VE DİKKAT EDİLECEKLER
 
Bu yöntem de diğer iyi olgular gibi yerinde, zamanında ve kararında uygulandığında yararlı olabilmektedir.
 
Biz, yeri gelince çocuğumuza, kültürümüzü, toplumsal kuralları öğreterek; üst bilinç ve değer duygularını geliştirmesine yardımcı oluyoruz. Onun bizden ayrı, farklı bir kişilik geliştirdiğini bilerek; onun bağımsız, farklı, özgür bir kişilik geliştirmesini engellemiyoruz. Onu sadece isteklerimiz doğrultusunda koşullandırarak bir kukla haline getirmiyoruz.
 
Yöntemin sıklıkla uygulanması da etkisinin azalmasına ve bazı olumsuzluklara neden olacaktır. Çocuğumuz önemli başarı veya davranış değişikliklerinden sonra veya aşırıya kaçmadan farklı, güzel davranışlar sergilediğinde ödüllendirilmelidir. Yoksa yaptığı her eylemden sonra alacağı “aferin” in onun için bir değeri olmayacaktır.
 
Yine yöntemin aşırı kullanılıp ara verilmemesi, çocuğun her yaptığından sonra ödül ve onay beklentisine girmesine ve onay bağımlısı haline gelmesine neden olabilir.

Burada dikkat edeceğimiz bir diğer nokta, çocuğun olumlu davranışlarını ara sıra “aferin” vb. sözel ödülle ödüllendirirken; olumsuz davranışını bırakması için herhangi bir ödül önermiyoruz. Ağlayan çocuğa: “Susarsan sana çikolata veririm” dediğimizde, o an sussa bile, ileri zamanlarda çikolatayı almak için ağlamayı alışkanlık haline getirecektir. Böylece ödülle çocuğumuzun olumsuz davranışını pekiştirmiş oluruz.
 
SÜRE: Yöntemden hemen ve kesin sonuç beklenmemeli. Alışılmış davranışları değiştirmek için terapistler bile en az birkaç aylık süreye gereksinim duyarlar. Çocuğun yaşı, kişisel farklılıklarına göre değişmekle birlikte, etkili bir yöntem uygulandığında iki-üç ay içinde giderek çocuktaki değişimi fark edeceksiniz.
 
Her çocuk, diğerlerine göre farklı, özel bir kişilik taşır. Bu bakımdan çocuğumuzun eğitiminde söz konusu yöntemin yanı sıra, onun biyolojik ve ruhsal yapısına uygun, daha değişik yöntemlerin kullanılması, onun yararına olacaktır.

Kalın; esenlikle, mutlulukla...

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 18/02/2023

Sonraki yazı: "GÜLME" nin ANALİZİ
.

6 Ekim 2018 Cumartesi

AİLEDE ÇOCUK EĞİTİMİNİN PÜF NOKTALARI



Anne- baba, bakıcı, eğitimci, herkes... Kaçırılmayacak bir yazı! Başlıklara bakmanız bile yeterli..

GİRİŞ

Çocuğun eğitimini; aile okul, çevre, aile ve çevrenin toplumsal ve ekonomik durumu etkiler.

Büyüdüğünde çocuğumuzun olumsuzluklarından yakınmamak için, onu bilinçli bir biçimde küçük yaşlarda eğitmeliyiz. Onun sağlıklı bir ruh ve kişiliğe sahip olması, kendisine vereceğimiz eğitimle gerçekleşecektir. Biz eğitmezsek; o, başkalarından etkilenir. Çocuğumuz istediğimiz gibi olmaz, bize de pişmanlık kalır.

Etkili bir çocuk eğitimi için, bazı bilgi ve teknikleri, bilmek ve uygulamak gerekir. Bu konuda kurslara katılmak ya da araştırma yapmak büyük önem taşır. Bilinçsiz eğitimle, yine çocuğumuz yanlışlıklara sürüklenebilir ve eğitimden istenilen sonuç alınamaz. Bu kapsamda ciltler dolusu kitaplar yazılıyor. Bloğumun ana temasını da bu konular oluşturuyor.

Bu yazıda, ailede iyi bir çocuk eğitimi için,  kısaca bazı ipuçlarını vermeye çalışacağım.


EĞİTİMDE AİLENİN ÖNEMİ

Aile, çocuğun en çok etkilendiği ve onun eğitiminden, bakımından birinci derecede sorumlu kurumdur.

“Çocuk, insan ilişkilerini belirleyen anlaşma, uzlaşma, bağlılık, işbirliği gibi olumlu nitelikleri evde kazanır. Anlaşmazlık, çekişme çatışma gibi olumsuz durumlarda takınacağı tutumları da evde öğrenir.” (Atalay  Yörükoğlu)

Çocuğun tüm kişisel, bilişsel ve ruhsal özelliklerinin temeli ilkokul öncesinde atılmaktadır. En çok öğrenme, 0-6 yaş arasında gerçekleşmektedir.

Nitelikli bir kişilik için, ilkokul öncesi dönemdeki (0-6 yaş) eğitim, okuldaki eğitimden daha önemlidir. Okullardaki eğitimi önemseyip büyük uğraşılar verirken, nedense çocuğumuzun altı yaşından önceki eğitimini, fazla önemsemeyiz. Oysa çocuğumuzun sağlıklı bir kişilik kazanabilmesi, okul öncesi eğitimle, özellikle ailenin verebileceği nitelikli bir eğitimle mümkündür.

“Çocuk karakterinin tamamına yakınını, kişisel ve bilişsel özelliklerinin % 80’ini yedi yaşından önce tamamlar.”(kaynak: internet, Serap Duygulu)

Psikanaltik kurama göre, insanın ruhsal gelişimi, 0-3 yaşları arasında anneyle (veya annenin yerini tutan kişiyle) ilişkiler içinde biçimlenmektedir. Freud'a göre "Yetişkinin davranışını, çocukluğundaki fazla doyum ya da doyumsuzlukları nedeniyle saplanıp kaldığı içgüdüleri yönetmektedir." (Rasim BAKIRCIOĞLU, Çocuk Ruh Sağlığı ve Uyum Bozuklukları)

Kendi kültürümüzden bir söz: “Ağaç yaş iken eğilir.” atasözümüz, çocukların küçükken eğitilmeleri gerektiğini; büyüdükçe eğitilmelerinin zorlaşacağını en veciz bir şekilde dile getirmemiş midir?

Çocuğu, hatalı davranışa sürüklememek önemlidir. Ancak çocuk herhangi bir hatalı davranışa başlamışsa, hatalı davranışlar, ne kadar erken yaşta düzeltilirse çözüm o kadar kolay olur. Tekrarlanan davranışlar -yanlış da olsa- zamanla alışkanlık haline gelecektir.

Küçükken iyi eğitilmemiş bir kişiyi, okulda ve sonraki aşamalarda düzeltmek oldukça zor bir durumdur.

Bireyin kişilik eğitiminde, aile ön plandayken, bilişsel eğitim ve çocuğu hayata hazırlama bakımından okulun önemi de yadsınmayacak bir gerçektir.

 Ailede iyi eğitilmiş çocuk, çevreden gelen olumsuzluklardan fazla etkilenmez. Aile vereceği eğitimle, çevreden(arkadaş, TV, internet vb.) gelebilecek olumsuzlukları en aza indirebilir, hatta tümüyle ortadan kaldırabilir.

Görüldüğü üzere insanın; zihinsel, ruhsal, sonuçta kişisel yapılarının büyük bölümü yedi yaşından önce şekillenmekte... Biz, bu önemli yapıların, en uygun biçimde şekillenmesini ve gelişimini sağlamak için, okul öncesi eğitime gereken önemi vermeliyiz. Bu anlamda çocukla ilgilenecek kişiler, gerekli eğitimden geçirilmeli. Kreş, gündüz bakım evleri ve anaokulları yaygınlaştırılıp daha iyi hizmet vermeleri sağlanmalı.

AİLEDE ÇOCUĞUN EĞİTİMİ NASIL GERÇEKLEŞİYOR?

Anne karnındaki çocuk, annenin yemesinden, içmesinden, onun duygusal durumundan, kullandığı ilaçlardan vb. etkilenir.

Her çocuk, kendine özgü kişilik özellikleri ile dünyaya gelir. Bunun üzerine ilk çocukluk ve diğer evrelerde; aile, okul ve diğer çevreden aldıkları ve kendi deneyimleri ile edinilen bazı özellikler onun kişiliğine eklenir. Bunların olumlu ya da olumsuz olması, çocuğun kişilik yapısını etkiler.

Aile, çocuğuna istediği şekli verip yetiştirebilir. Burada çocuğu çamurdan yapılmış bir heykele benzetecek olursak; Çocuğun doğuştan getirdikleri= çamur, 1-6 yaşına kadar çocuğa verilenler= istenilen şekilde yapılan heykel, 7 yaş ve sonrasında verilenler= heykelde yapılan düzeltmeler, rötuşlar olarak düşünülebilir.

Aile, istediği şekilde çocuk yetiştirebilmek için, ona olumlu davranışlar kazandırmaya çalışırken olumsuz davranışları edinmemesi için savaşım verir.

AİLEDE ETKİLİ BİR EĞİTİMİN PÜF NOKTALARI

Aile içerisinde bir çocuğun sağlıklı bir şekilde eğitilip gelişmesi için şu noktalara dikkat edilmeli:

Çocuğunuzla ilgilenin. 
Dünyaya adım atmasıyla çocuğun eğitimi de başlar. Ör. Doğumdan sonra annenin bebeğini kucağına alması, emzirmesi (biberon vermesi),sevmesi çocuğa hemen başlangıçta bir güven duygusu aşılıyor. Çevresine olan güven duygusunun temeli o an atılıyor. Karşıt olarak çocukla ilgilenilmezse, gereksinimleri karşılanmazsa, çocukta bir tedirginlik ve güvensizlik duygusu daha ilk gün ve ilk saatlerden başlamış oluyor.

Çocuklar kendileriyle ilgilenildiğinde ve kendilerine gereken değer verildiğinde, kendilerini rahat hissediyorlar, mutlu ve özgüvenli oluyorlar. Bunun için onları sevin, onlarla oyun oynayın ya da oyuna yönlendirin; onlarla konuşun ve sorularını yanıtlayın. Siz ilgilenin, o açılsın. En iyi gösterileri TV’den değil ondan izleyin.

Bebeğinizi; kucağınıza alın, sevin, okşayın. Bebeğinize gülün; onunla konuşun; ona şarkılar, ninniler söyleyin.

Çocukla ilgilenmek, sürekli onunla beraber olmak değildir. Gözünüzün onda olması koşuluyla, onu oyun vb. farklı uğraşılara yönlendirerek siz kendi işlerinize bakabilirsiniz.
,
Bir yaşını tamamlayana kadar çocuğun tüm isteklerini yerine getirin, tüm gereksinimlerini karşılayın
Sağlıklı bir ruh ve kişiliğe sahip olması için, öncelikle doğumdan sonraki birinci yıl, sonra ikinci ve üçüncü yıllar, çocuk için büyük önem taşır. İlk yıl çocuğun bütün istekleri karşılanmalı. Onun herhangi bir ruhsal yara almaması için gereken özen gösterilmeli. Bebek gerektiği şekilde beslenilip bakılmalı, korunmalı ve sevilmelidir.

Bir- bir buçuk yaşından sonra, aşırıya kaçmadan kural ve programlara yavaş yavaş başlanılabilir.

Çocuklarınıza iyi model olun. Hatalarınızı itiraf edin. 
Tüm çocuklar iyi bir taklitçidirler ve sevdiklerini daha çok taklit ederler. Çocuğumuz, öğrettiklerimizden çok bizi taklit ederek davranışlarımızı öğrenir, kişiliğine katar.

Çocuğumuzu isteğimize uygun olarak eğitebilmemiz için; biz yani çocuğun yakınındaki kişiler, çocuğumuzun nasıl olmasını istiyorsak onun yanında öyle davranmalı veya öyle görünmeliyiz. Doğaldır ki hatasız olmak olanaksızdır. Böyle bir durumda, çocuğumuzun, hatalı davranışımızı öğrenmemesini istiyorsak, hatalı davranışımızı çocuğa itiraf etmeliyiz. Yapılan hatadan sonra, “Bu davranışımla sana kötü örnek oldum.” denildiğinde çocuk, doğru davranışların yanında, hatalı davranışları da seçmeye başlayacak. Hatalı olduğunu bildiğinden o davranışı benimsemeyecek ve yapmak istemeyecektir. Hata her zaman tekrarlanmadığı sürece, bu tutumumuz; bizi çocuğumuzun gözünden düşürmez; tam tersine o bizi daha çok sever.

Çocukların Cinsel Kimlik Oluşturmalarında Ailenin Önemi

Anne-babayı örnek alıp onlarla özdeşleşmelerinin diğer bir önemi, çocukların kendi cinsel kimliklerini oluşturmalarında ortaya çıkmaktadır. Kızlar, annelerine bakıp onu taklit ederek; erkekler, babalarına bakıp onunla özdeşleşerek cinsel kimlik oluşturacaklardır. Yani onlara benzeyerek kız veya erkek olmayı benimseyip o cinsten olmalarından kıvanç duyacaklardır.

Çocukların, ileride cinsel kimlik karmaşası yaşamamaları yani kendi cinsel kimliğini(kız veya erkek olmayı) tam benimsemeleri ve durumlarından memnun olmaları için, anne- babanın bu konuda iyi örnek olması önemlidir. Ayrıca ebeveynlerin çocuklarını; cinsel kimliklerine göre yönlendirmeleri, onları uygun şekilde eğitip kız ya da erkeğe uygun ruhta yetiştirmeleri büyük önem taşımaktadır.

Çocuğunuzun yanında konuşurken olumsuz şeylerden söz etmeyin. 
Çocuklar gördüklerini örnek alırlar. Bunun yanında, işittiklerinden kendilerine göre ilginç bulduklarını da zihinlerine kaydederler. Bunlar, doğrudan onun için söylenen sözler olmayabilir. Çocuk, bir şeyle oyalanırken bile; büyükler, TV, radyo vb. nesnelerden gelen konuşmalara kulak asarlar. Onlar, bir ölçüde duyduğu konuşmalardan aldıkları iletilere koşullanır, onları doğru kabul eder, zihinlerine yapıştırırlar.

Çocuklar, aldıkları iletilerin niteliğine göre etkilenebilir ve bunları davranışlarına yansıtabilirler. Çocukların aldıkları iletiler, olumlu ise onlar olumlu olarak etkilenirken mesajlar olumsuzsa çocuklarda olumsuz yönde etkilenebilirler. Ör. Çocuk, anne-babanın kendi aralarındaki konuşmalarında “herhangi bir yemeği sevmedikleri” mesajını almışsa, o da ileride o yemeği sevmeyebilir. Herhangi bir kaynaktan ağza alınmayacak sözleri duyan çocuk o sözleri sonraki zamanlarda kullanabilir. Ailesinin, o sözleri kullandığı için kızacağını bilemez. Çocuk duyduklarını mantık süzgecinden geçiremediği için, işittiği gibi algılar.  Onları, büyüklerden duymuşsa çocuğa göre o sözler; ilginç, doğru ve güzeldir. O sadece kopyalama, yapıştırma ve yapıştırılan dosyayı açma işlemini uygulamıştır.

Kazandırılacak bilgi ve beceriler, çocuğun yaşına uygun zamanlarda verilmeli; bu konuda onun yetenekleri de göz önünde tutulmalı. 
Aralarında küçük bireysel farklılıklar olsa da, normal çocuklarda, her bilgi ve becerinin kolaylıkla kazanılacağı bir yaş vardır. O yaştan önce ya da sonra çocuğa verilecek bilgi ve beceriler, çocuğu olumsuz yönde etkileyebilir ve çocuk başarılı olamaz. Bu konuda onun yetenekleri de dikkate alınmalı, ondan yeteneğinin üzerinde büyük iş beklenmemeli. Ör. 4 yaşındaki normal bir çocuk,  okuma- yazmaya zorlanmamalı. Zamanında tuvalet, konuşma, sayma vb. eğitimlere geçilmeli.

Çocuğunuzun toplumsal yaşama uyum sağlaması için evde demokratik bir yaşantı oluşturun.  Evde birlikte kararlar alınıyor. Birlikte kurallar konuyor, sınırlar çiziliyor. Herkes kural ve kararların kendi yararına olduğunu biliyor ve kural ve kararlara uygun davranıyor. Ailenin bir yöneticisi var. Gelecekle ilgili planlar birlikte yapılıyor. Çocuğun ve ailedeki diğer bireylerin görüşlerine değer veriliyor. Çocuk hep edilgin değil, o da doğuştan gelen yapısı ve özellikleriyle anne-baba tutumlarına bir ölçüde yön veriyor. Ailede sevgi, saygı, hoşgörü ortamı var. Aile bireyleri, neşeli ve dayanışma içinde...

Böyle demokratik bir ortamda yetişen çocuk; girişken, kendini ifade eden, uyumlu, başarılı bir birey oluyor.

Baskınlık Durumu
Çocuğun hem yönetici hem yönetilen bir kişilik kazanması için, orta yol izlenmeli. Hep onun dediğinin olması da zararlı, hiç olmaması da.  Bu bakımdan istekleri belirli ve makul ölçülerde karşılanmalı, isteklerinin karşılanmama nedenleri anlatılmalı. Tartışmalardan ara sıra galip çıkmasına izin verilmeli.
Böyle demokratik bir aile ortamında yetişen çocuk; girişken, kendini ifade eden, uyumlu, başarılı bir birey oluyor.

Çocuğunuzu çevreye ve topluma alıştırın. 
Sürekli evde büyüyen ve dışarı çıkarılmayan çocuk, sonradan dışarı çıktığında toplum ve diğer çevreden ürker ve tedirgin olur. Çocuğunuzu arada sırada toplum içine çıkarın. Arkadaşa alıştırın. Dışarıda oyun oynatın. Ona çevre incelemesi yaptırın.

Tutarlılık
Çocuğunuzun bocalamaması ve hangi davranışının kabul görüp görmediğini anlayabilmesi için anne-babanın ve diğer bakan kişilerin çocuğa karşı tutarlı davranmaları gerekir. Çocuğun farklı zamanlarda sergilediği olumlu ya da olumsuz davranışlarına karşı söylemlerimiz ve tepkilerimiz aynı olmalı.

Harçlık Sorunu
Çocuğa yaşına ve aile bütçesine uygun harçlık verilmeli. Bütçesine uygun harcama ve artırım alışkanlığı kazandırılmalı. Onun ileride uygulayacağı para politikasının temelleri, şimdi uyguladığımız eğitim ve uygulamalarla atılacaktır.

ÇOCUĞUNUZU RUHSAL SARSINTILARDAN UZAK TUTUN

 Çocuk ne kadar küçükse, aldığı ruhsal darbenin yarası o kadar büyük olur. Ruhsal sarsıntıya uğramaması için büyükleri önemsediğimiz halde küçük çocukları önemsemeyiz. Onların her şeyi unuttuğunu sanırız. Oysa durum tam tersinedir.

Psikanalitik kurama göre, çocuk yaşadığı acıları beynine gömüyor. Kurama göre deyişle çocuk yaşadığı acıları bilinç dışına bastırıyor. Unutulmuş gibi gözüken ve çocuğun hatırlayamadığı bu acı kalıntılar sonraki zamanlarda çocuğun davranışlarını dolayısıyla onun kişiliğini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Kişi bu durumun farkında olamıyor. Büyükler, ruhsal yaralanmalardan bu denli etkilenmiyorlar.

Yine aynı teoriye göre, erişkin ruh hastalıkları; çocuklukta çekilen doyumsuzluklar, örseleyici yaşantılar ve saplantıların derin izlerini taşırlar. Aldığı ruhsal darbenin uzun süreni ve şiddetli olanı çocuğu daha fazla etkiler.

Çocuğun kısa süreli ağlaması, bilinçli ağlaması, sinirlenmesi, kısa süreli duygulanmalar vb. her normal insanın yaşayabileceği yoğun olmayan, basit duyguları çocuğunuz da yaşayabilir.


ÇOCUKLARI RUHSAL YÖNDEN SAĞLIKLI BİR BİREY OLARAK YETİŞTİRMEK İÇİN

Onu şiddetten uzak tutun. 
Çocuk her türlü fiziksel ve ruhsal şiddetten uzak tutulmalı. Aşırı baskı yapılmamalı. TV ve bilgisayardaki şiddet sahnelerinden etkilenmemesi bu cihazlara bağımlılaşmaması için; çocuk, ailenin rehberliği ve gözetiminde yaşına ve ruhuna uygun film izlemeli, oyun oynamalı.

Çocuğun film ya da oyunlarda gördüğü kahraman ve olaylardan etkilenmemesi için; en azından “oyun ve filmdeki kahramanların,  olayların gerçek olmadığı, sadece insanları eğlendirmek için insanlar tarafından tasarlandığı” bilgisi verilmeli.

Çocuğunuzun yenemeyeceği korkuları onun içine sindirmeyin. Onları sonradan herhangi bir takıntıya sürükleyecek söylem ve davranışlara yer vermeyin
Çocuğu korkutarak eğitmek, yarardan çok zarar sağlar. “Susmazsan öcü alır seni götürür.” “Hastalığımın nedeni sensin.”vb. söylemler çocuğu korku ve kaygıya sürüklerken; “İşe giderken önümden uğursuz biri geçti. İşlerim yolunda gitmedi” gibi gerçek dışı boş sözler de kişinin kendinde olan takıntıyı çocuğa bulaştırır.

Çocukların yanında kavga etmeyin. 
Çocuğun ruhunu örseleyen bir durumdur. Kötü örnek olarak, çocuğu kavgacılığa yönlendirir. Çocukta, ortada kalma endişesinin oluşmasına, korku vb. yoğun duygular yaşamasına neden olur.

Başkalarına kızıp hırsınızı çocuktan çıkarmayın. 
Geçerli bir nedenden dolayı çocuk, kendisine kızılmasını normal karşılayabilir.  Ancak eşine kızma veya yaşanan olumsuz bir durum nedeniyle hırsını çocuktan çıkarma, çocuğun hak etmediği bir durumdur. Bu durum, çocuğu duygusal yönden olumsuz etkileyeceği gibi, onun kişiliğinin bozulmasına da neden olabilir.

Çocuk ayrılıklardan etkilenir. 
Boşanmalar, bakıcıların sık sık değişmesi, annenin ayrılığı ya da yoksunluğu; çocuktaki tedirginliği artırıyor, güven duygusunu zedeliyor. Bunun için çocuğa bakan kişilerin, ondan uzun süreli ayrılmaması önerilir. Ancak zorunlu ayrılma durumlarında çocuk, yeni duruma ruhsal olarak hazırlanmalı; ayrılanın yerini tutan kişi aradaki boşluğu kapatmalı.

Çocuğa, en güvenli limanın aile olduğunu öğretin. 
Tüm olumlu uğraşılarında ailenin arkasında olduğu belirtilmeli. Olumsuz davranışlarının, özellikle başkalarına zarar veren davranışlarının ailece onanmayacağı; kendi hatalarından kendisinin sorumlu olduğu,  bu konularda dikkatli olması gerektiği çocuğa öğretilmeli. Buna karşın başının sıkışması, “benim halim ne olacak” dediği anlarda, ( durumu aileyle paylaşmanın oldukça sakıncalı olduğunu bilmesine rağmen), ilk sığınacağı güvenli limanın aile olduğu kendisine söylenmeli.

Birazda kısa kısa… 
Çocuğa sorumluluk verin, uğraşılarında özgür bırakın. Onu kendinizle ve başkalarıyla karşılaştırmayın. Onu aşağılamayın,aşırı da korumayın. Her çocuğa, onun durumuna, kişilik yapısına göre özel davranın.

ÖNEMLİ SON NOT: Şu an açıklayacağım konunun doğruluğunda iddialı değilim. Ancak şu ana kadar edinmiş olduğum izlenimlerime göre, eğitimde hatta psikolojide atılacak adımlarda, “ORTA YOL” izlenmeli. Yani her yapılacak eylemin dengeli ve gerçekçi olması önemli. Her şeyin aşırısından ve azından beklenilen yarar gelmeyeceği gibi bazen zarar da gelebiliyor. Ör. Çocuğu ne kadar çok seversek daha mutlu olacağını, kişiliğine olumlu katkılar sağlayacağını düşünebiliriz. Oysa az sevilen çocukta özgüven ve özsaygı gelişiminde engellemelere rastlanırken, aşırı sevilen çocukta da özgüven gelişiminde gerilemeler söz konusu olabiliyor. Normal, sürekli ve gerçek sevgi ise çocuğu doyuruyor ve ondaki özgüven ve özsaygı gelişimini olumlu yönde tetikliyor.

 Kişinin özgüveninin gelişiminde, sadece sevginin yeterli olmadığını, birçok farklı etkenin özgüven gelişiminde etkili olduğunu da hatırlatalım.

Kalın; esenlikle, mutlulukla...

Dursun BİLGİN

Güncelleme: 18/02/2023