Ali, sınıfın en zeki öğrencisiydi. Matematikte en karmaşık problemleri çözer, derslerde söz alır, her konuda arkadaşlarına yardımcı olmaya çalışırdı. Arkadaşları onun fikirlerine güvenirdi. Sessiz, meraklıydı. Büyüdüğünde öğretmeni gibi öğretmen olmayı hayal ederdi.
Ama hayat, insana ne getirir, ne götürür belli olmuyor.
Ali, üçüncü sınıftayken annesini kaybetti. O gün Ali’nin dünyası karardı. Annesi, onun hem sığınağı hem de sırdaşıydı. Annesinin gülüşü, saçlarını okşayışı, gece uyurken üstünü örtüşü… Hepsi bir anda yok oldu. Küçücük bir çocuk olarak, kocaman bir yalnızlığa gömüldü. O gün, yaşamında tarifsiz bir boşluk açıldı. Küçücük yaşında derin bir yalnızlığın içine gömüldü.
Bir yıl geçmeden babası, iki çocuklu dul bir kadınla evlendi. Başlangıçta üvey annesi ona şefkatli davranıyor, ilgileniyordu. Ali umutlanmıştı; belki yeniden birine “anne” diyebilecekti. Fakat zamanla işler değişti. Kadın, Ali’nin zekâsını ve babasının ona gösterdiği ilgiyi kıskanmaya başladı. Küçük bahanelerle onu suçluyor, babasına şikâyet ediyordu. Kırılan tabak, bardak, kardeşleriyle çıkan anlaşmazlıklar… Her şeyin sorumlusu Ali gösteriliyordu. Hatta annesinin ölümünden bile o sorumlu tutuldu: “Zavallı kadın Senin kahrından öldü!” denildi.
Evdeki ağır işler Ali’ye yüklendi. Sürekli eleştirildi, sözleri dikkate alınmadı. O, ne yaparsa yapsın değer görmedi.kardeşleriyle, başkalarıyla kıyaslandı: “Bak onlar senden daha akıllı, daha uslu. Sen yaramazın tekisin!” diye aşağılandı.
Babası giderek eşinin sözlerine inandı. Cezalar arttı. Ali artık yalnızca bir çocuk değil, günah keçisiydi. Disiplin bahanesiyle Ali sürekli azarlanıyor, cezalandırılıyordu.
Bu baskıcı tutum Ali’de bazı değişimlere yol açtı. Yaramazlık yapıyor, yaptığı yaramazlıklardan verilen cezalardan garip bir şekilde haz alıyordu. Belki de gördüğü ilgisizliğe ve sevgisizliğe karşı sessiz bir isyandı bu!..
Ali üstün zekâsını artık yanlış işlerde de kullanmaya başladı. Para bulabilmek için hırsızlık yoluna yöneldi. Kapı önlerinden ayakkabı, bahçelerden oyuncak çalıp satıyordu. Hırsızlık yapmak istemiyor, fakat içinde bir güç onu buna itiyordu.
Bir gün ayakkabı çaldığını gören biri Ali’yi gizlice takip ederek babasına şikâyet etti. Ali pişman olduğunu söyledi, özür dileyip ayakkabıyı geri verdi. Ancak babası, “Beni rezil ettin!” diyerek onu cezalandırdı; tokatlamak istememelerine karşın Ali'yi tutarak kardeşlerine Ali’yi zorla tokatlatlattı.
(Not: Böyle bir ceza hiçbir koşulda uygulanmamalı. Döven ve dövülen çocukların ruhunda derin yaralar açabilir.)
Ali’nin yaramazlıkları artık okulda da göze batmaya başlamıştı.
O zamanlar mecburi eğitim yalnızca beşinci sınıfa kadardı. Babası onu okutmak istemiyordu. Öğretmeni, “Ali çok özel bir çocuk. İyi bir eğitim alırsa başarılı olur, her şey zamanla düzelir.” diyerek babasını ikna etmeye çalıştı. Fakat babası, “Altını ıslatıyor, onu okutacak param yok.” diyerek geri çevirdi. Devletin himayesini de kabul etmedi. “Çalışsın, ekmeğini kazansın.” diyerek bütün kapıları kapattı.
Ali bir yıl daha bu koşullarda yaşadı. Ama artık dayanacak gücü kalmamıştı. Çareyi kaçmakta buldu. Büyük bir şehre gitti. Önce bir akrabasının yanına sığındı. Fakat orada da “Ev kalabalık, sana bakamayız.” denilerek kapılar yüzüne kapandı.
Artık Ali’nin evi sokaklardı. Karnını çöpten bulduğu yiyeceklerle doyuruyor, geceleri metruk evlerde yatıyordu. Marketlerden ekmek, çikolata, içecek çalıyor; sonra hızla uzaklaşıyordu. Çalışmak istedi, fakat yaşı küçük olduğu için kimse iş vermedi. Yalnızlık ve çaresizlik üzerine ağır bir yük gibi çöktü.
Eğer biri ihbar etseydi, belki devlet sahip çıkacaktı. Sokaktakiler, onu sıradan bir ailenin çocuğu sanıyorlardı.
Soğuk bir kış günü, Ali titreyerek bir metruk evin köşesine kıvrıldı. Çöpten bulduğu eski bir battaniyeye sarındı. Her zaman olduğu gibi o gece de annesinin hayalleriyle gözlerini kapattı ve bir daha hiç açamadı. Günler sonra cesedi bulundu. Soğuktan mı öldü, yoksa başka bir sebepten mi? Bunu ancak otopsi raporunu görenler bilebildi. Sağlığında olduğu gibi öldüğünde de yanında kimse yoktu. O şimdi kimsesizler mezarlığında yatıyor... Benzer yazgıyı yaşayanlarla birlikte. ..
Zeki Ali neden erken yaşta öldü?
Soğuktan mı?
Annesizlikten mi?
Ailesinden göremediği sevgi, ilgi, rehberlik ve eğitim yoksunluğundan mı?
Yetkililerin bir ihmali mi var?
Yoksa hepsinden biraz mı?
Ya da başka bir şeyden mi?
Hâlâ merak ederim…
.....
Görüldüğü üzere, öyküde olumsuz anne- baba davranışlarına dikkat çekiliyor. Zeki bir çocuk, bu tür olumsuz tutumlar karşısında isyankâr bir tavır sergilemek zorunda kalabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, her çocuk farklıdır; olumsuz davranışlardan farklı şekillerde etkilenebilir ve farklı tepkiler gösterebilir.
Bu tür yanlış tutumlar, çocuklarda yetersizlik duygusu, özgüven eksikliği, kaygı, korku ve başarısızlık sorunlarına yol açabilir. Ayrıca çocuğun bağımsızlık duygusunu, zihinsel, sosyal ve kişilik gelişimini de zedeleyebilir.
Tam tersi onunla aşırı ilgilenmek, her dediğini yapmak, onu aşırı özgür bırakmak gibi gibi yaklaşımlarda çocuğu olumsuz etkileyebilir. Çoğunlukla her şeyde olduğu gibi eğitimde de ortak karar önemlidir.
Çocuğun sağlıklı gelişebilmesi için koşulsuz sevgi, sabır, dinleme, ilgi gösterme, değer verme ve sınırları sevgiyle koyma gibi tutumlar oldukça geçerlidir.
Sonraki yazılarda bu yazıyı örnek olarak kullanacağım. Öyküyü unutmamanızı öneririm.
Okuduğunuz için teşekkürler!..
Dursun Bilgin
Sonraki yazı: